Zekeriya : Oyna şu .mına koduğumun kağıdını ya!
Atıf : Ne zaman erken oynadı ki oğlum. Ancak konuşur.
Abdullah : Ne oldu, niye kızdınız? Parti size kalıyor diye ‘’Pakize’nin Gözyaşları’’nı oynamayın bana! Eşim açayım mı elimi?
X Abi :Yav yeter ki oyna da, naparsan yap!
Abdullah :Yüz bir yok elimde ama!
Muhammet : Offff… Offfff!
Akçaabat’ı deniz tarafından gören nadir yerlerden biridir ‘’Balıkçı Barınağı’’. Charles Dickens’ın Büyük Umutlar’ında anlattığı balıkçı barınaklarına popülasyon hariciyle tıpa tıp uymaktadır. Uzaktan kimsesiz gibi durur. İstanbul sokaklarında yürürken, özellikle de Süleymaniye Camii civarında gözünüze çarpan eski Osmanlı evlerine benzer. Benzer dediysem; ahşaptır ve bir de balkonu vardır.
Bu mekana, mekanın isminden de çıkarabileceğiniz üzere, denizci/balıkçı amcalar ve onların küfürle yoğrulmuş mecazlı anlatımları hakimdir. Böyle bir anlatım şekli duymadım diyorsanız haklısınız, ben de şimdi uydurdum zaten. Öyle denize şiir yazan, bizim televizyon dizilerimizdeki gibi baş rol oyuncularının başı sıkışınca gidip yardım dilendiği ve bu nedenle beş - on dakikalığına filozof kesilen balıkçı amcalar gelmemeli aklınıza. Bu amcalar Türk Sanat Müziği de dinlemiyorlar ayrıca. Yani anlatmaya çalıştığım dile ait cümlelerin bitiş kelimeleri şunlardır: koyayım, çakayım, sokayım, sıçayım, basayım…vs. Bunun yanında da maksimum düzeyde cinsel organ araya serpiştirilmiş…Yani biraz açık sözlüdür bu balıkçı amcalar. Ayıp denen şey, en klasik tabirle ‘’yorganın altındadır’’ onlara göre.
Barınağın kapısından içeri girdiğinizde solunuza düşen masaya dikkat edersiniz, bir gün uğrarsanız. Cam kenarındadır. Bu masa efradı barınağın kombineli müşterileridir. Muhammet; İngilizce öğretmenliğini bitirmiş, KPSS puanı ile atanmayı bekliyor. ‘’Kasımda atanmak bir başkadır!’’ tesellisi ile birilerine küfretmemek için kendini avutuyor belki de! Atıf ise işletme okuyor KTÜ’de. Lisede benden bir üst sınıftaydı. Halen daha okuyorsa uzatmış demek ki okulu. Uzatmayıp da ne yapacak ki? Benden, Muhammet’ten ne eksiği var? -Hiç…- Zekeriya da öğrenci KTÜ ‘de. Bölümü TIP olmadıktan sonra, bölümünü buraya yazsam ne olur yazmasam ne olur. İş bulma hayali dahi kuramıyordur belki de bizi görünce. ‘’Görünen köy kılavuz istemez.’’ dense de, görünen köye 4 yıl daha geç gitmek için çırpınan binlerce genç mevcut bu memlekette. Ali ise Sakarya Kamu Yönetimi mezunu. Elli bir bilmediği için balkonda gazete okuyor. Sakarya’daki sevgilisi de olmasa, günleri nasıl geçecek bilmiyorum. Birde takmış bu aralar mikro iktisat kitabına. ‘’Günde yirmi sayfa ‘’ kampanyasıyla bitirecek gibi kitabı bir haftaya kalmaz. KPSS… Sınavların sınavı! Murat da okulu uzatanlardan. Sınıf öğretmenliğinin son sınıfında yine. Babasının ve benim ortak fikrimiz okulunun bu sene bitmesi gerektiği yönünde. Ben babası kadar kısa dönemli planlar kuramasam da Murat için, ‘’hele bir bitirsin de, işsiz kalacaksa da üniversite mezunu işsiz olsun’’.
Aslında anlatılması gereken adam Abdullah’tır. Hangi okulu bitirdi ya da okul bitirdi mi? Bilmiyorum. Yaş olarak hepimizden büyüktür. Ekmeğini denizden çıkartıyor bu adam. Ama onu ilginç kılan hayatta şanssızlığından ötürü kaçırdığı fırsatlarıdır. ‘’Oğlum şansım olsa kız doğardım, piyasaya da ‘orospu’ olurdum!’’ lafına gülsem de, gözlerindeki ciddiyet bazen korkutmuştur beni. Dün akşam ne demek istediğini anlayınca, bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Bu örnekler sürer gider anlayacağınız. Kim bilir bu memlekette, ne mühendisler günlerce ‘’parti’’ yememek için çırpınıyor, ne işletmeciler sadece ‘’ gizli numara ile arkadaşlarını arayarak’’ mesleğini icra edebiliyor, ne öğretmen adayları atanmanın gelecek yıl daha ‘’başka’’ olacağı avuntusu ile yaşıyor, ne siyasal bilgiler mezunları bitirdiği fakülteyi, yeni yazıldığı dershanede söylemekten utanıyordur…
Birileri ha bire üniversite açıyor bu memlekette. Geçenlerde Akçaabat’ın eski tekel binasına biraz makyaj yapıp, binayı meslek yüksek okulu yaptılar. Gençler ümitli: Daha çok yosma görme imkanları var artık Akçaabat sokaklarında. Parklarda öpüşecek olan çiftleri dikizleme düşüncesi ile içi ‘’kımıl kımıl’’ olanlar da vardır elbet. Bir de bunların ‘’kız düşürmeye endeksli .. budalaları’’ mevcut ki, halen daha, bir gün kız kardeşlerinin de birileri tarafından düşürülebileceğini idrak edememişlerdir. Esnaf da ümitli. Öğrenci demek alış-veriş demek. Alış-veriş ise para demek. ‘’Tamam da abi, sen burada giydiriyorsun elin çocuğuna ama, seninkine de giydiren birileri vardır elbet, Ankara’da, İstabul’da, Konya’da…’’ Nasıl iştir bu anla(ya)mıyorum.

Yazar kasalar çoktan fırlatıldı bu memlekette Başbakan’a. Biz ne fırlatacağız ? Kalem mi, kitap mı, çanta mı? Yürek olsa Muntasar El Zeydi gibi ‘birilerine’ ayakkabı fırlatırdık. Ama yıllar öncesinden cop korkusunu salmışlar içimize. Kim sordu ki bize: ‘’Evlat! Kaç yumurtadan kaç kaygana olur?’’ diye.
Bir gün herkes üniversiteli olacak bu memlekette! Sen işsiz kalmışsın hükümete ne? İşsizlik oranı sonraki seçimlere kadar 'makûl' seviyede seyrediyor ya ona bak.‘’Pakize’nin gözyaşları’’nı oynamıyoruz burada! Eğer sen de eve ekmek götürebilmek için Abdullah gibi ‘’orospu’’ olmayı göze alabileceksen, orası ayrı!